35. BÖLÜM
14. UMUT.
Son kez. Son kez görme şansı. Karina'yı son kez görmek.
Karina'yı son kez görmek;
Uğruna canımı düşünmeden verebileceğim bir şey.
Defalarca hayalini kurdum, rüyalarımda gördüm, ağladım, yalvardım, hıçkırdım... Kızın öldü dediler, kalbimin de öldüğünü anladım. Boğuldu dediler, boğazımda bir çift elle yaşamaya başladım. Ölmek için o listeye kendi adımı yazdım, çünkü kalbimin yanına gitmek istedim. Fakat şimdi söylenenler, şimdiye kadar söylenenlerden çok farklı. Karina'yı son kez görmek... Onu hiç görmemekten yüzlerce, binlerce kat güzel bir şey.
Aman Tanrı'm!
Bir rüya olmasın, yalvarırım!
Acaba yanlış mı anlıyordum, yine sanrı mı görüyordum diye düşünerek şaşkın gözlerimi karanlıktaki diğer gözlere doğru çevirdim. Deren’in de aynı şekilde açılmış gözlerine tanık olunca bu sözcükleri beraber duyduğumuza emin oldum. Sözcüklerin ağırlığı düşünme imkânı vermiyordu. Ben paragraf dolusu cümlelerden yalnızca o iki kelimeyi seçip almıştım.
Son kez.
Ölürüm bunun için, ölürüm.
Mutluluk yaşlarıyla dolan gözlerimi ağır ağır kırpıp düşmemek için Deren'in elini tutarken, koridordaki sesler tekrar kendini hissettirdi. Bu şekilde hepimiz tekrardan koridora, onlara doğru baktık. Başım histerik biçimde iki yana sallanıyor, ellerim titriyordu.
Deren sakinleşmem için parmaklarımın üstünü okşuyordu.
Mark, son söylediklerinden sonra yerde yatan cesedin yüzünü çeviriyordu ki, "Efendim," dedi bizim gönderdiğimiz korumalardan birisi. "Siz içeriye geri dönün, dışarıda çatışma devam ediyor. O adamlar buraya iner ve sizi görürlerse..."
Mark son anda o kadının saçlarını bırakıp doğrulurken konuşan korumaya bakarak koridorun sonunu gösterdi. "Çabuk yukarıya çıkıp o adamları öldürün! Buradan çıkmam için ya ölmeleri ya da burayı terk etmeleri lazım."
"Evet efendim," dedi koruma, hemen. O koruma, Mark, kızım... Karina'm, söyledikleri, aklımdan çıkmayanlar, kulak çınlamam... "Siz içeriye buyurun, ben ve diğer korumalar onları püskürtür, sizi buradan sağ şekilde çıkarırız."
Valeri, "Biz içeriye girelim," diyerek destekledi söylenenleri.
Bunun üzerine Mark sığınağa doğru bir adım daha attı ve ardından dönüp yerdeki cesedim sandığı kadını izledi. Tekrardan eğilip bakmasından, yüzü çevirmesinden endişe ederek nefesimi tuttum ama o sırada yukarıdan gelen bir devrilme sesiyle Mark irkildi. Bu tarafa bakmasına karşı önlem alıp hızla kafamı geri çektim ve Deren’le göz göze gelirken, "Çabuk onların da işini bitirin," diyerek sığınağa döndü Mark.
O sığınağın zırh gibi kapısı kapanınca içimde kilitli tuttuğum nefes dudaklarımdan sızdı ve vücudum basamaktan kayarken Deren beni sıkıca tuttu. Elini belime sararak beni kendisine çekerken gözleri hâlâ kocaman açıktı. Yaman da diğer kolumu tutup düşmemem için beni dengelerken, "Son kez," diye fısıldadım hayal görür gibi. "Böyle söyledi değil mi? Yanlış... mı duydum? Deren... sen de duydun mu?"
Yüzündeki tüm kaslar açık seçik şekilde titrerken hızlı bir kafa sallamayla, "Duydum," dedi donuk sesiyle. "Son kez dedi. Ayrıca öldüğünü ama... fişini çekmediğini de söyledi. Hayat garantisi olarak sakladığı şey... Karmen, ne anlatmak istedi?"
“Ne oluyor?” dedi Yaman, konuşulanları anlamadığı için.
Deren ona çevirdi.
Öldüğünü ama fişini çekmediğini söylemesi ve aynı zamanda onu son kez görme şansımdan bile korkuyor olması... Az kalsın söyleyecektim demişti, kızımı son kez görme şansımı hayatının garantisi olarak elinde tutuyordu. Ben bir hemşireyim, düşününce sonuca varıyorum, neyi kastettiğini anlıyorum...
Deren’in, "Sen öldüğünde Karina'yı görmemiş miydin?" diye sorduğunu duydum ama henüz bir cevap veremeden koridordaki korumalar bakış açımıza girdi. Başlarımızı bir komut almış gibi aynı anda çevirip baktık. Kadının cesedini buraya kadar sürüklemişlerdi, ayrıca kendi yalanlarının ortaya çıkmaması için Mark'ın o yüzü görmesini engellemişlerdi. Söz verdiğim gibi onlara karşılıklarını verecektim ama önce daha fazla şey öğrenmem gerekiyordu.
"Öncelikle buradan ayrılmalıyız," diyerek tüm soğukkanlılığıyla konuşan Yaman'ı duyunca sadece başımı salladım ama hareket edemedim. Elmacıkkemiklerim seğiriyor, dizlerim uyuşuyordu. Vücudumu saran ateş uzun zamandan sonra Deren'e ait değildi. Kalbim mi ısınıyor?
Deren, Yaman'ı onaylayan şekilde baş sallayıp elimin dışından tutunca yaslandığım korkuluktan doğruldum. Yaman eğilmiş, o adamlara cesedi taşımaları için yardım ederken basamakları görmeden çıkmaya başladım. İçimde, dışımda, ruhumda bir körlük vardı. Havada kalmış aşırı duygularımın esiriydim o an.
"Deren, bayılacağım galiba..."
"Tutacağım seni, buradayım. Kucağıma alayım mı?"
"Hayır, bu evden kendi ayaklarım üzerinde çıkmak istiyorum." Ayağa kalk anne, ayağa kalk.
Deren'in adımlarımı izlediğini görünce düşmeme hazırlıklı davrandığını anladım. Üst kata çıkıp salondan geçerken midem şiddetle bulanıyordu. Dışarıya çıktığımızda Noah'ın bahçede, korumalarla beraber olduğunu gördüm. Bizi gördüğünde önce duraksadı, ardından iri adımlarla yaklaştı. "Neler oldu? Mark nerede?"
"Buradan gitmeliyiz, konuşmamız lazım," dedi Deren net şekilde ve bu cümleler Noah'ta bir soru işareti bırakırken, "Cesedi korumaların olduğu uçağa götürelim," dedi Yaman.
O, diğer adamlarla beraber cesedi ortadan kaldırırken etraftaki korumalar da toparlanıp helikoptere ilerlemişti. Abilerimin de uçakta olduğunu anlamıştım. Rusya'nın rüzgârı dudaklarımı sızlatırken kendi etrafımda dönüp sonra umutla Deren'e baktım. "Burada... olabilir mi?"
Deren karmaşık bir zihin ve puslu gözlerle bakarak, "Sanmıyorum Karmen," diye cevap verdi.
"Kim?" diye sordu Noah.
Yeğenin.
Karina'm. Kalbim Karina'm.
Önüme dönüp adımlarımı havanın üzerinde atıyormuş gibi ilerleterek helikoptere yürüdüm. Deren arkamdan gelirken abimin ona sessizce sorular sorduğunu duyuyordum. Mark sığınaktaydı, bizi ve dışarıyı göremezdi. Ancak korumalar ona haber verdiğinde dışarıya çıkacaktı ve eğer söyledikleri aklımın aldığı gibiyse... onu takip ederek Karina'mı bulabilirdim.
Gerçek mi bunlar?
Onu son kez görecek olmak bir rüya gibiydi.
Havaya doğru dokundum, rüzgâr gerçekti.
İçeriye girdiğimde Dante ile Salvador'un beklentiyle bana dönen gözlerini gördüm. Deren ve Noah ta bana yaklaşıp yanımda yer aldıklarında gözlerimin karardığını hissedip son birkaç adım daha attım. En yakınımdaki koltuğa oturunca, "N'oldu?" diye sordu Salvador. "Bir şeyler ters mi gitti? Bu haliniz ne?"
Umut dolu gözlerimi kaldırarak Deren'e baktım.
Benim gibi umut dolu bakmıyordu ama beyazlamıştı yüzü, adımları havada gibiydi. Varlığımın ötesinde bir hissim yoktu ama kalbim Karina'mdan, ruhum Deren'e kadar uzanan bir umut vardı içimde.
"Karmen?" diye bağırdı bu kez Dante.
İrkilerek ona döndüm. Bir şey diyemedim ama Deren, "Bağırma," diye ikaz etti onu. "İyi değil."
Hızlı düşünmenin bana bir şeyler kazandıracağını geç fark ettim ama fark ettim. Düşünmeye geç ama hızlı başladım. Mark hâlâ içerideydi, söyledikleri kulaklarımı çınlatıyordu. Bana yardım edecek kişiler korumalarıydı. Ya da bizzat gidip ona mı sormalıydım? Ya inkâr ederse? Çünkü kızımı son kez göremeyeceğim için sevinmiş gibiydi, öldürecek olmama rağmen söylemezse?
Yerimden hızlıca kalktım, kimse beni tutamadan ilerledim. Merdiveni inerek dışarıya çıktığımda Deren'in arkamdan gelmeye başladığını, abilerimin bağırdığını duydum. Diğer uçağa tüm gücümle koşarken Yaman'ın o iki adamla indiğini gördüm. Elimde silahım, üzerimde çelik yeleğimle o adamlara yetişip yakasından tuttum. "Mark'ın söyledikleri... Kızım hakkında söyledikleri neyi işaret ediyor? Konuş!"
Koruma bir panik duygusuyla yanındaki diğer yaralı korumaya bakınca, silahımı kaldırıp namlusunu ona hedef aldım. Alnına alnına vurarak, "Karina," diye fısıldadım. "Nerede? Mark ne anlatmak istedi?"
"Ben... Çok az şey biliyorum, nerede olduğunu bilmiyorum..."
Nerede olduğunu bilmiyor ama gerçekten doğru, Karina bu dünyada. Ruhu belki gitti ama bedeni ve hâlâ atan kalbiyle burada bir yerlerde. Demek tahminim doğruydu, Karina'm bir sebepten fişlere bağlıydı, Mark onu cihaza bağlı olarak hayatta tutuyordu. Doktorlar, boğulması, böbreğinin alınması... Tüm bunların ne kadarı doğruydu?
"Bunu yanımıza alıyoruz," dedim Yaman'a. "Diğerini bırakın, sizin benim cesedimi alarak kaçtığınızı söylesin." Diğer korumaya döndüm. "Duydun değil mi? Yalnızca benim aktardıklarımı söyleyeceksin. Yoksa seni bulur, öyle bir öldürürüm ki... Dizlerime kapanıp yalvarmaktan sesin kısılır."
Koruma yaralı kolunu tutarak geriledi. "Dediğiniz gibi yapacağım."
"Mark beni öldü bilecek, kaçmayı deneyecek, hayatının ikinci hatasını da yapacak. Mark kızımın fişini çekmeden ben onu öldüreceğim. Ben kazanacağım, ben..."
İsterik kelimelerle konuşuyordum, sözcüklerin sevinci ve hüznünü kalbime sığdırmaya çalışıyordum. Fakat kızımla doluydu orası, başka hiçbir şeyi alamıyordum.
Çığlık atarak koşmak istiyordum.
"Mark, bizim ayrıldığımızı öğrenince buradan kaçacak," dedi Deren, ben o sırada başka koruması sağ kalmış mı diye etrafa bakıyordum. Yalnızca buradaki iki koruması hayattaydı. "Burada bir sürü araç var, onu takip edeceğim. Her yer çok karanlık ve o çok panik halinde, takip ettiğimin farkında olmayacaktır."
Tuttuğum korumayı Yaman'a doğru itip arkama döndüm. Deren, ceketinin yakaları rüzgârda uçuşurken teslimiyetle bana bakıyordu. Bunun için her şeyi yapmaya hazırdı. Hem de her şeye rağmen. "Ben de geleceğim," dedim ona yaklaşarak. Deren'e dönünce yüzüm, sesim hemen nasıl da yumuşamıştı.
"Gelme."
"Neden? Neden! Kızım sözkonusu."
"Abilerin merak içindeler, izin vermeyeceklerdir." Helikoptere doğru baktı, abilerim bizi izliyorlardı, Salvador aşağıya kadar inmişti. "Ben izlerim Mark'ı, an an takip ederim. Bahsettiği gibiyse, vardığın sonuç doğruysa... Karina'yı bulmak için her şeyi yaparım."
Bir anda gözlerim karardı, gerçek dahi olmayan bir yaşanmışlık canlandı.
Sen benim kızımı kaybettin, ben seninkini buldum.
Deren rüyamda bunları söylemişti bana.
Tanrı'm... Bu nasıl bir paralellik? Hissetmişim, biliyormuşum gibi…
"Rüya mı?" diye sordum bu yüzden.
Kafasını iki yana salladı.
"Sen gerçek olamazsın," dedim ona. "Ben birinin beni bu kadar sevdiğini hissedersem yaşamak isterim. Fakat ben... ölmek istiyordum."
Gözleri soyadının hakkını vererek bakmaya başladı, kalbim ise üçten geriye saymadan hızlanıyordu. Yanıma kadar gelip sağ omzumdan tuttu, beni hafifçe sarsıp sertçe konuştu. "Ölmeyeceksin," dedi ve sanki zor bir şey istiyormuş gibi yutkundu. Gözleri sol koluma bakarken kısıldı. "Beni seveceksin, ölmeyeceksin."
"Karmen, neler oluyor?"
Salvador hiddetle bağırınca çenemi yukarıya dikip abilerime baktım. Somut bir gerçeklik isteyerek bakıyorlardı ama bir araya getireceğim cümleleri nasıl kuracağımı bilmiyordum. Hâlâ şok içindeydim, beni gerçekliğe inandıran Deren'in kendisiydi. Her ne kadar söyledikleriyle rüyamdan çıkıp gelmiş gibi olsa da.
"Abilerinin yanına dön, ben sana haber vereceğim," dedi Deren, beni bırakıp. Yaman'ın yanına iki adımda gitti, Yaman o adamı helikoptere tıkmış geri dönüyordu. Birbirlerine baktıklarında Yaman ona kafasını sallayıp bana döndü. "İkimiz de iyi takipçiyiz. Mark'ı izleriz. O fişi asla çekemez."
Buradan çıktıktan sonra o fişi çekmeye mi gidecekti gerçekten?
Kızımı yaşam garantisi olarak elinde tutmuştu, benim öldüğümü düşündüğünde de ondan kurtulmak istemişti.
Çünkü ben öldükten sonra Karina'nın abilerim için hayat garantisi olmayacağını biliyordu.
Ellerimi şaşkınlıktan kapatamadığım ağzıma götürdüm. "Nil?" dedim Deren'e. "Nil'e söz verdin, sabah yanında olacaktın."
Onu dinlemiş olmamın üzerinde durmadan gözlerini sımsıkı yumdu. "Kendimi affettiririm."
"Deren," dedim bir adım atarak. "İzin ver, Nil'e ben bakayım, en azından bir süre, güvenliğini sağlayayım." Çok mutlu ve şaşkın olsam da tırtılımı düşünmeden yapamıyordum.
"Kızım güvende."
Böyle söyleyip Yaman’la birlikte arkalarını dönünce yalnızca bir adım ileriye gittim, sonra bir kuvvetle çekildim. Tam bir şey diyecektim ki Deren durup aniden arkasına döndü, üzerime doğru yürümeye başlarken ceketini çıkardı. Ceketini uzatıp omuzlarımın arkasına bıraktı ve ellerimi tutup ceketin yakalarına götürdü, ceketi düşmesin diye tutmamı sağlayıp tekrar arkasını döndü. Koştu.
"Ateşin var," dedim, ceketine sarılarak. Ama sesim oraya kadar gitmedi. Salvador abim yüksek sesle sorular sorarken Deren'in Yaman’la koşmaya başlamalarını izledim, garajdaki arabalardan birisini alırlardı, anahtarı da korumaların üzerinden... Karina için koştuğunu, onu bulmak için nefes nefese kaldığını bilmek... dizlerimin üstüne çöktürdü beni.
Ben kızını ondan kaçırmak için bu hızda koştum, o ise kızımı bulmak için.
İlk kez çok derinden bir pişmanlık hissettim.
Ancak sonradan, "N'apıyorsun?" dediğini net duyabildim abimin. "Kalk Karmen! İçeride n'olduğunu anlat, onlar nereye gidiyor?"
"Abi... Ben inanamıyorum, anlamıyorum, kafamda mı kuruyorum... Ama başka türlü hangi fişten bahsediyor olabilir ki?"
"Ne fişi kardeşim?"
"Abi," diyerek gülmeye başladım. Karina'yı son kez görme şansım gerçekten var mıydı?
"İyi değilsin," diyen abim beni yerden kaldırınca ayaklarımı yere sağlam basmaya çalıştım. Rüzgârda uçuşan saçlarımı önümden çekip dikilen korumaya döndüm ve aklımı toparlayıp, "Biz gittikten on dakika sonra," dedim. "İçeriye gidip Deren’le Yaman'ın, kalan korumalarla beraber uzaklaştığını söyleyeceksin. Yaşadığımı söylersen öldürürüm seni."
Hızlıca kafasını salladığında önüme döndüm ve helikoptere yürümeye başladığımda Salvador abim sorular sorarak bana katıldı. "İyi misin?"
"Edip'in kurşun sıktığı mezar boştu," dedim kendi kendime. "Kızıma sıkmadı. Ama hayır, fark etmez... O kurşun yine de kızımın ruhuna sıkıldı, yaşadığım acı gerçekti. Ölecek gibi hissetmem gerçekti. Doğru mezarı bulsa oraya da sıkar.”
Uçağın merdivenini çıktım ve en yakındaki koltuğa oturup titreyen ellerime bakarken Noah önümde tek dizini kırarak eğildi. Diğer abilerime kıyasla yumuşak bir gülümsemeyle gözlerime bakarak, "Neler olduğunu bize anlatır mısın?" diye sordu.
"Anlatacağım... Ben bir kendime anlatayım, size de anlatacağım."
Bakıştılar ve ardından uçak kapısı kapandı, bana gelen bir bardak suyu içerken dudaklarım titredi ama uzun zaman sonra ilk kez suyu bitirdim. Şişeyi indirdiğimde Noah ellerimden aldı ve abilerim sırasıyla koltuklarına yerleşirken, Noah da yanıma oturdu. Kemerimi benim yerime bağlayıp saçlarımı düzeltti, silahımı alıp elini verdi, parmaklarımı okşadı.
Karina'nın cesedini hiçbir zaman görmemiştim.
Çünkü o sıralar kendimden geçmiş durumdaydım, öldüğüne inanmıyor, onu aramaya devam ediyordum. Zaten karşı koyuşlarım yüzünden hastaneye yatırılmıştım.
"Güzel kızım," diyen Noah, düşüncelerimle olan yalnızlığımı dağıttı. "N'oluyor, söyleyip rahatlatsan ya bizi?"
"Ben..." etrafıma bakınca helikopterimizin kalktığını fark ettim, camlardan dışarıda koyu lekeler vardı. "Sizinle konuştuğumuz oyunu Mark'a oynadım, o kadını öldürdüğümde gerçekten benim öldüğümü sandı. Sevindi, yetmedi bir de güldü... Tam ortaya çıkıp onu hayal kırıklığına uğratacaktım ki bir şeyler söylemeye başladı."
Dante, "Ne gibi şeyler?" diye sordu.
"Onu öldüreceğimi anladığı için az kalsın... Karina'yı son kez görebileceğimi söyleyecekmiş, az kalsın söyleyecekmiş..." altdudağımı ısırarak hayretle gülümsedim. "... sonra fişini çekebileceğini, artık Karina'nın kendisi için hayat garantisi olmayacağını söyledi. Ölmüş ama fişini çekmemiş, son kez görebilirmişim... Onu bile istemiyor, son kez görmemi bile... Öyle madem, ben de onu kızımdan önce öldüreceğim."
"Kardeşim," dedi abim. "Neler diyorsun?"
Kafamı kaldırınca abilerimin birbirlerini izlediklerini gördüm. Abilerim duygularını her zaman soğuk ve mesafeli şekilde yansıttıkları için bu şaşkınlıkları beni gülümsetecekti neredeyse. "Karina'nın fişe takılı olması ne anlama geliyor?"
"Başka bir şey eklemedi söylediklerinin üstüne," dedim kalbim hızlı atarken. "Ben... bir tahminde bulundum."
"Ne, ne?" dedi Noah, heyecanla.
"Karina eğer öldüyse ve buna rağmen hayattaysa... tek açıklaması bilinçsiz olması, beyin ölümü gibi şeyler.”
Salvador abim önüne eğilip boğazından bir ses çıkarırken, "Fakat Karmen," dedi Dante. "Sen Karina'yı, yeğenimizi görmedin mi? Öldüğünde... mezarına gömerken, hastaneden alırken?"
Heyecanlı bir sesle, "Kendimden geçmiştim, bunların hiçbir anına tanık olmadım," dedim.
Salvador boğazdan gelen öfkeli bir sesle, "Bizi kandırdı mı?" diye bağırdı. "Doktorlar, tanık oldukların, yaşadıkların... Karina'yı son kez görme şansını bile hayatının garantisi mi yaptı?"
Cümleler arasından kalbime tesir eden iki kelime vardı.
Son kez.
Ben... Karina'mı görebilecek miydim?
"Noah!" diye mutlu bir çığlıkla ona döndüm ve kollarımı boynuna dolayıp koltuğumda zıpladım. "Karina'yı görebileceğim, onu bulup göreceğim, o beni görmese de sarılıp kokusunu içime çekebileceğim. Onu görebilmek... bir hediye, bir mucize! Aman Tanrı'm, kendime engel olamıyorum, mutluluktan ağlıyorum..."
Noah, aşırı duygularımın ve söylediklerimin yoğunluğunda afallamış şekilde vücudumu tutarak, "Kardeşim," dedi. "Söylediklerin doğruysa, anladığın gibiyse... Bu gerçekten Karina'yı görebileceğimiz anlamına mı geliyor?"
Başımı sevinçle aşağı yukarı sallayıp yüzümü biraz geri çektim. Ellerim abimi sıkıca tutarken, "Eğer tahmin ettiğim gibiyse o beni göremeyecek, benliği hiçbir şeyin farkında olamayacak," dedim. "Ama... ben kızımla, Karina'mla vedalaşacağım abi."
Arkamdan beni tutan iki el hissedince dönüp Salvador'a baktım. Kalın kaşlarını çatmış, derin derin gözlerimi izliyordu. Eli gözyaşlarıma dokunurken, "Mutluktan ağlıyorsun," dedi. "Asla inanmazdım bir daha mutluluktan ağlayacağına."
"Yalvarırım bir rüya olmasın," dedim gözlerimi hızlı hızlı kırparak. "Ölmüş olduğunu zaten kabullendim, fakat onu bir kez olsun görmek... her şey demek abi. Bana deseler ki Karina'yı son kez göreceksin ama hemen öleceksin! Hiç beklemezdim biliyor musun, hemen kabul ederdim!"
"Ben bile ederdim," dedi Noah, heyecanla.
"Böyle söyleme," diyerek önümde eğildi abim. Duyguları, engin bir deniz gibi gözlerinden taşıyordu. "Ölmeyeceksin. Eğer anladığın gibiyse... Karina'mızı göreceksin kardeşim, ölmeyeceksin."
Ya hayal kuruyorsam? Mark başka bir durumdan bahsettiyse? Fakat, düşünüyorum... Söyledikleri başka anlama geliyor olamazdı. Hem şoförü de inkâr etmemişti, sadece nerede olduğunu bilmediğini söylemişti. Onu konuşturacaktım, illaki bir şeyler biliyordur.
"Deren ile Yaman nereye gitti?" diye sordu Dante abim. "Tek başlarına? Amaçları ne?"
Konuşmalarımızı hatırlayıp, "Mark'ı takip edecekler," dedim. "Mark öldüğüme inanmış görünüyordu. Şu an sizden kaçmak için uzaklaşacak, Deren ile Yaman takipte olacak."
"Orospu çocuğu," dedi Noah, hâlâ ellerimi tutuyorken. "Deren... Tek başına halledebilir mi?"
"Ona güveniyorum, Yaman ile halledeceklerdir." Elimi gerçekten var olduğuna inanmak için dudaklarımdaki gülümsemeye götürdüm. "Ayrıca Mark'ın az koruması kaldı, sadece yanındaki birkaç kişi."
"İnanamıyorum," diyerek duygusal şekilde konuştu abim. "Gerçekten böyle bir imkânımız varsa... Belki... dediğin gibiyse, bitkisel hayattaysa... geri dönemez mi?"
Bu içimi acıtan bir soru olduğu için dudaklarımdaki gülümsemeyi kaybettim. Hem bir hemşire hem de anne olmak çok zordu.
O yaştaki bir kız için bunlar çok zor şeylerdi.
"Hayata geri dönmese de... onu bir kez görmek bile yeter bana. Kızımı öyle çok özledim ki... çığlıklar atarak ağladım. Bu yüzden, görmek bile yeter." Başımın döndüğünü hissederek elimi şakağıma götürdüm, sanki beynimi dengede tutacaktım. "Mutluluktan başım dönüyor, ilk kez bu kadar mutluyum."
Abim endişeli gözlerle bakarak, "Karmen," dedi. "Çok üzgünüm."
"Neden?"
"Ne kadar çok acı çektiğini ilk kez bu kadar derinden fark ettim. Ve bunu senin mutlu olduğunda anlamam, sen söylemeden anlayamamış olmam..." başını eğdi. "Sözdeymiş yalnızca, iyi bir abi olamamışım."
"Sizlerin yerinde başkası olsa çoktan silerdi beni," dedim, çünkü hatalarla doluydum. "Siz yapmadınız. Bunu düşünüp iyi bir abi olduğunu fark etmektense şimdiyi düşünüp kötü abi olduğunu söylüyorsun! Çok yanılıyorsun!"
Yüzünü ovalayıp doğruldu, koltuğuna otururken hostesi çağırdı. Benim için bir su isterken kendisi için şampanya istedi. Birazdan suyu içerken ellerim hâlâ titriyor ve abilerim kendi aralarında, bir anlaşmaya varıyorlarmış gibi bakışıyorlardı. Russolar birbirlerine baktıklarında ne düşündüklerini az çok anlayabiliyorlardı, yıllar içinde düşünme şeklimiz birbirine çok benzemişti.
Gözlerimde uykusuzluğun oluşturduğu acıyı hissetmeme rağmen uyumayı hiç istemiyordum. Mideme oturmuş o ağır his yüzünden elimi karnımdan da çekemiyordum. Parmaklarımı telaşlı şekilde ovuyor, bir rüyayı yaşıyormuş hissinden kurtulmak adına tırnaklarımı derime batırıyordum. Umut... şu dakikada ya ölmem için vardı ya da son bir kez nefes almam için. Karina'yı görmenin hayalini kurdum, kalbine son kez dokunmanın...
Onun ellerindense benim kollarımda ölsün... Yalvarırım Tanrı'm.
Ben hâlâ mutluluk gözyaşlarımı silerken yolculuğumuz sona erdi. Araziye indiğimizde yine abilerim yardım etti, Noah kemerimi çözdü ve inerken elimden tuttu. Salvador ile Dante fısıldaşarak arkamdan geliyordu. Açık alanda başımı çevirip diğer inen helikoptere baktım ve Mark'ın yanımıza aldığımız korumasını gördüm. Enrica, onu indiriyordu.
"O korumayla konuşacağım," diyerek ilerlemeye başladım.
Noah omuzlarımdan tuttu. "Bekle biraz. Şok yaşıyorsun, yürürken bile ayakların birbirine dolanıyor, boşluğa atıyorsun sanki adımlarını. Eve geçip biraz dinlen, ardından..."
"Vaktim yok," dedim gözlerimi korkuyla açarak. "Mark fişi çekmeye gideceğini söyledi, kızımın yanına ondan önce gitmeliyim."
Noah arkasını dönüp bize yaklaşan diğer abilerime baktı, onlar da ısrarcılığımın dayanıklılığını görmüşlerdi. Dante bize doğru yaklaşan korumalardan birisine bakıp, "Eve git," dedi. "Yengeme söyle, Karmen için kalın bir kıyafet versin. Çabuk al getir."
O koruma emri yerine getirmek için uzaklaşırken ben de önüme dönüp hızlı adımlarla ilerledim. Arazinin arka tarafındaydık, her zamanki korumalarımız yerlerindeydi. Hızlı yürüyüşüm sırasında Deren'in omuzlarıma bıraktığı ceket düşse de durmadım, korumaların yere bıraktığı adama yürüdüm. Dizlerinin üzerinde oturmuş, korkarak bana bakıyordu.
Ona eğilip kırışmış gömlek yakalarından tuttum. "Mark'ın koridorda söyledikleri ne anlama geliyor? Ne gizliyordu benden?"
"Ben… ben," diye kekeledi.
Sanırım sabrı olmayan sadece ben değildim, abimin de sabrı yoktu. Yanımdan geçen kurşunun adamın omzuna saplandığını gördüm ve Salvador ona eğilip saçlarından kavrarken, "Seni öldürürüm," diye alçak sesiyle hırladı. "Konuş, anlat! Mark neler yaptı?"
Adam toplamda iki kurşun yarasıyla sersemlemiş halde inlerken abimin elinden kurtulmaya çalıştı. "Beni saklarsanız..."
"Koruyacağım, saklayacağım!" dedim hemen ve gömlek yakalarını bıraktım. "Ne kadar biliyorsun, anlat!"
Adam abime ürkmüş, rahatsız olmuş bir bakış atıp, "Nerede olduğunu bilmiyorum," dedi. "Yalnızca... Kızınız beyin hasarı aldıktan sonra cihaza bağlanmış, bunu biliyorum!"
Yer ayağımın altından bir kez daha kaydı. Doğru sonuca mı varmıştım? Kızım, onun acımasızlıkları yüzünden beyin hasarı almış ve Mark, onun bedenini hayatının garantisi olarak saklamıştı. Ve bu gece planım olmasaydı, yalnız kendisi istediğinde ve hayatının son anında olduğunu anladığında söyleyecekti. Karina bir yerdeydi, dünyadaydı, hissedemiyordu ama vardı.
Karina'm... bekle beni.
"Nerede?" diye sordum onu bir daha sarsarak. "Kızım nerede?"
"Bilmiyorum, şu durumda bilsem söylemez miyim efendim?" Vücudu sağlam duramıyordu, neredeyse üzerime doğru düşecekti. "Mark Bey böyle bir sırrı bizlerle paylaşmaz! Yalnız Valeri biliyordur, en sadık koruması kendisi!"
Ne yazık ki doğruyu söylediğini hissediyordum. Bu durumda söylemekten başka çaresi zaten yoktu, üstelik bu kadar korkarken. Heyecanlı, uyuşmuş ellerimi yüzümden geçirip, "Kızım hakkında başka ne biliyorsun?" diye sordum.
"İnanın yalnız bu kadar," dedi hızlıca başını sallayarak. "Siz korumalarınıza ne kadar şey anlatırsınız efendim? Mark Bey de bizlere hayati bilgilerini vermez, sadece ikili konuşmalarda duyarız bazı şeyleri. Nerede, ne zamandır tutuluyor inanın bilmiyorum."
Bilmiyor olsa da vardı, gerçekti, onaylıyordu. Kalbim Karina'mın kalbi hâlâ atıyordu.
Gülerek ellerimi çektim, beni boğan nefesime alan açmak için kıyafetimi çekiştirerek geriledim. "Peki sık gittiği bir yer biliyor musun? Farkında olmadan onunla gittiğin bir yer olabilir, söylememiştir ama gittiği yer Karina'nın yanıdır belki. İllaki bir duyumun olmuştur, Valeri söylemiştir?" Abime korkak bir bakış atarak elini omzuna götürdü. "Mark nasıl öğrendi, bunu biliyor musun peki?" diye sordum. "Hamile olduğumu nasıl öğrendi? Karina'yı... nasıl aldı?"
Adam bir an tekrardan hızlı yanıt verecekmiş gibi dudaklarını araladı, fakat sonra durup bir şey hatırlıyormuşçasına düşündü. "Bir arkadaşı... O gece bir arkadaşı gelip söylemişti."
"Kim?" dedi abim hemen.
"Valeri'yi yanına çağırdı, sizin ihanetinizden bahsetti, kapının ardındaydık..." bir saniye durdu. "O geceye kadar sizin ihanetinize dair bir şey bilmiyordu ama gece gelen arkadaşı bir şeyler anlattı. Andrei... Evet, Andrei'ydi, hâlâ da zaman zaman görüşürler kendisiyle."
Andrei, Andrei... Böyle bir ismi tanıyordum, yıllar önce kumarhanelerde, davetlerde bir araya gelirdik.
"Babasını öldürdüğüm Andrei mi?" diye sordu Salvador. Silahını boşluğa doğru salladı. "O olmalı, intikam için söylemiş olmalı, fakat seni nerede gördü ki?"
"Bilmiyorum," dedim ağır nefesler alarak. "Yakın zamanda hiç görmedim onu." Sorular bir kurşun hızında akıyordu kafamın içinde ve sormak için birkaç tanesini yakalamıştım. "Bunlar ne zaman oldu?"
Adam korkarak yarasına bakıp, "İki üç yıl falan," dedi. "Henüz... hamileymişsiniz."
Geriye doğru sendeledim, vücudum itilmiş gibiydi. Başımı döndüren duyguları karıştırıyordum, mutluydum ama kinliydim de. Beni arkamdan iki ayrı el tutuyordu, büyük ama zarif oluşları Noah olduğunu düşündürmüştü.
"Hamileyken," diye tekrarladı abim. "Henüz hamileyken... çok önceden, yıllar önce biliyordu! Her şey, Karina'nın tüm ölümünü titizlikle hazırlamış, en küçük ayrıntıları dahi düşünmek için seneleri olmuş!"
"Ama yine de yapamamış," dedim hıçkırıklara boğularak. "Kızım... onu son kez görmem için direnmiş. Annesinin kendisine veda etmesi için aylarca beklemiş..." Karina beni bekliyor, Aman Tanrı'm beni bekliyordu! Ölmek için... beni bekliyordu. Bedeni huzura kavuşmak için benimle vedalaşmak istiyordu.
"Başka şey?" dedi abim öfkeyle. "Başka ne biliyorsun?"
"Hiçbir şey," dedi adam, kolunu tutup inlerken. "Bunlar da zaten seneler içinde, aynı çatı altında olduğumuz için duyduğum şeyler! Nerededir, ona tam olarak ne yapmıştır bilmiyoruz!"
Geceleri bu yüzden mi boğularak uyanıyorum?
Andrei... Demek o söylemişti, Mark'a iletmişti, kızımın sorumlularından birisi de oydu. Listeme adını hemen yazacaktım, eve çıkar çıkmaz hem de! Onu da öldürecektim ama öncesinde öğrenmem gerekiyordu, onun bunlardan haberinin olup olmadığını. Belki de farkındaydı, hâlâ görüşüyorlarsa belki Karina'yı saklamasına yardım ediyordur.
Onun yanında olabilir miydi?
"Andrei'yi de bulmamız lazım," derken Salvador'un silahını kaldırdığını gördüm ve kurşunu dizlerinin üstündeki adamın kalbine sıktığında, "N'apıyorsun?" diye bağırdım. "Söz vermiştim, o adamı öldürmeyecektim!"
Adam geriye doğru yatıp gözleri açık şekilde gökyüzüne bakarken abim silahını yanına indirerek, "Ben öyle bir söz vermedim," dedi. "Yeğenimin ölümüyle uzaktan ya da yakından alakası olan herkes ölecek." Enrica'ya bir kaş hareketi yaptı ve ardından iki koruma cesedi önümden çekip karanlıkta uzaklaştı.
"Ama... koruyacağıma söz vermiştim abi."
"Vermeyecektin. Bu adam belki de Mark'a, Karina'yı boğmaya giden yolda farkında olsun olmasın... Kaç kez ona yardım etti, bir düşün."
Abim haklıydı, bu adam senelerdir Mark'a yardım etmişti ve Karina'nın ölümünde payı vardı. Bunu düşününce verdiğim sözün de bir değeri kalmıyordu.
"Üstelik," diye ekledi abim. "O kadın da Karina'yı tanımadığını söylemişti fakat tanıdığı ortaya çıktı. Zaten sen de bu sebepten öldürdün. Bu adam da... Kimbilir belki gördü Karina'yı. Şimdi nerede olduğunu bilmese de bir zamanlar ölümüne yardım ettiği bir gerçek."
Duymayı istemeyerek kafamı iki yana salladım ve üzerime sıçrayan kanlara bir daha baktım. Karina'yı bulmadan önce temizlenmem gerekiyordu, göğsümde bir kan lekesiyle kızımın yanına gidemezdim. Kalbimde kan taşıyamazdım Karina'mı taşırken.
"Andrei'ye ulaşmak için ortak bir tanıdığı arayacağım," dedi abim ve cebimden telefonunu çıkararak arkasını döndü. Ben de beni tutan Noah'a döndüm ve sabahın ilk ışıklarına baktım. Gün aydınlanıyordu. Ve içimde ilk kez umut vardı, belli ki bu sabah güneşin yansıması ruhumu aydınlatmıştı.
"Bu saatte rahatsız ediyorum," diyen Salvador abimin konuşmasına döndüm. "Ah, demek uyanmıştın? Afrika'dasın öyle mi? Safari'ye gittin. Anladım Benedict, bir sorum olacaktı." Karşı tarafı sakinlikle dinlerken burun kemerini sıkıyordu. "Andrei'yi son zamanlarda gördün mü? Nerede, biliyor musun? Hayır canım, alındım... Kötü bir şey yapacağımdan değil, bir iş mevzubahis olduğundan merak ediyorum."
Sabırsızlıkla dudaklarımı ısırdım. Salvador bir dakika daha geçmeden aramayı kapatıp, "Aptal," dedi adama, dişleri arasından. Telefonu cebine bırakıp bize doğru döndü. "Andrei'yi en son geçtiğimiz hafta, Rusya'da görmüş."
"Rusya... Bir bağlantısı var mıdır sence abi?"
"Bu durumda Deren'den haber beklemek lazım," dedi abim, sırasıyla bizlere bakarak. Korumalar çıt çıkarmadan abimi dinliyordu. "Mark nereye gitti, öğrenip haber verecektir bize. Bu sırada Andrei'nin İtalya'daki evine göndereceğim Enrica ile birkaçını, burada mı değil mi emin olalım."
Mantıklı düşünmeye çalışarak, "Karina... Rusya'da olmalı," dedim. "Mark onu çok uzağa göndermez, yakınında olmasını ister."
"O Russo'muzu uzağa gönderemez ama biz kendisini çok uzağa göndereceğiz; cehenneme kadar."
"Cehenneme kadar," diyerek onayladı Dante ile Noah.
Bir daha doğan güneşe ve rengi ısınan bulutlara baktım. Kızımın gözlerini düşlerken güneşin ısısı bedenime çarpıyordu. Dizlerimin üstüne çöküp bu güneşin ruhuma dokunmasına izin verdiği için Tanrı'ya teşekkür etmek istiyordum.
Temizle. Kalbindeki kan lekesini temizle.
Noah'ın kollarından bir sevinç haliyle çıktım, abilerim şaşkınca bakarken eve doğru koştum. Yerden Deren'in ceketini alıp ona sarıldım. Kapıyı çılgınca çaldım ve abilerim arkamdan evin basamaklarını çıkarken, bana kapıyı Sara açtı. Üzerinde beyaz gömleği, siyah kumaş eteği vardı. Yüzümdeki gülümsemeye şaşkınlıkla bakıp geriye çekildi. "Efendim, hoş geldiniz."
"Hoş buldum," dedim içeriye girip. "Erken kalkmışsın."
"Babanızın ilaçları için..."
Onun yanından geçerken abilerim de eve girdi. Boyları, iri vücutlarıyla kapının önünü kaplıyorlardı. Dante ceketini Sara'ya verip salona geçerken ben de asansörlerin oraya yürüdüm. O sırada da beyaz sabahlığıyla koltuktan doğrulan Angel'ı görmüş bulundum. Onu rüya gibi gösteren sabahlığının kuşağını bağlayarak arkamdan gelen Russo erkeklerine baktı. "Salvador, kocam... Gelmişsin."
"Burada n'apıyorsun? Bu saatte." Abim yanımdan geçerek ona ulaştı, yengemin kabarmış kızıl saçlarını düzeltirken az önce birisini acımasızca vuran kendisi değilmişçesine şefkatliydi. "Odamızda olman gerekmiyor mu aşkım?"
Yengem uykulu uykulu esnedi. "Seni... beklerken uyuyakalmışım."
Yengem cilveli şekilde gülümseyip bana doğru bir bakış attı ve onu şaşırtmışım gibi duraksadı. Çağırdığım asansöre binerek yukarıya çıkarken mevcut durumu yengeme anlatmayı abilerime bırakmış oldum. Babamın olduğu kata çıkıp koridoru koştum ve uyanık olduğunu öğrendiğim için heyecanla açtım kapısını.
Babam, elinde bir fincan çay ile bana döndü.
Kapıyı kapatıp içeriye girdim ve ayaklarım bulutların üzerindeymiş gibi ilerlerken, "Baba," dedim. Gözlerimden yanaklarıma birer damla indi. "Söyleyeceklerime inanamayacaksın."
Bir vahamet görmüş gibi beni inceleyen gözleri merakla kısıldı. Yanına kadar gidip dizlerimin üzerinde, sandalyenin önünde oturdum ve babam beklentiyle bakarken, "Mark'ın yanına gittiğimizi biliyordun," dedim. "Onu almaya gittik ama çok, çok garip bir şey oldu babacığım."
Hareket ettirebildiği elindeki fincanı, sandalyesinin içecek bölümüne bırakıp, "Öl... öldü mü?" diye sordu.
"Henüz değil," dedim gülmeye başlayarak. Ellerimi kahkaha atan ağzıma kapatarak babamı şaşkınlıkta bırakırken elinin üzerimdeki kanlı kıyafetime gittiğini görüp, "Benim değil, korkma," dedim. Gülmekten konuşamıyordum. "Mark ona oyun oynarken hayatının ikinci büyük hatasını yaptı baba. Onu izliyordum, haberi yoktu, o kadını yerime geçirdiğim için öldüğümü sanıyordu. Dedi ki... Karmen Karina'yı az kalsın son kez görecekti dedi, Karmen öldüğüne göre Karina'nın fişini çekelim dedi, ölmüş olsa da fişini çekmemiştim dedi... Ne kastettiğini anlıyor musun babacığım?"
Babamın bakışları bin yıl sürecekmiş gibi başlayan sessizliğe ilk darbeyi atmıştı. Parçaları kafasının içinde birleştirmesi için ona gerekli zamanı verip o sessizliği dağıtmak adına, "Kızımı görebileceğim," dedim. "Anladığım ve korumasının dediğine göre Karina beyin hasarı almış baba, beyin fonksiyonlarını kaybetmiş ama kalbi atmaya devam etmiş. Mark, onu öldüreceğim o an kızını görebilirsin, demek için o fişi çekmemiş baba! O kadar fazla düşünmüş ki kendini... Fakat öğrendim baba, Karina'yı bulacağım, Mark Karina'dan önce ölecek. Onu öldüreceğim."
Babamın kalbini tuttuğunu, söyleyeceklerim bittiğinde fark ettim. Mutluluktan dönen başımla beraber eğilip kalbinin üstündeki ele baktım ve ardından endişeyle, "N'oldu?" diye sordum. Daha önce kalp krizi geçirirken felç olmuştu. "Babacığım? İyi misin? Kalbin mi ağrıyor? Özür dilerim, çok ani oldu!"
Nefeslerini düzeltmek için çabalarken elini kalbinden uzaklaştırmaya çalıştı. "Çok... çok heye..."
"Ben de babacığım! Ben de! İnanamadım, sürekli bir rüyadayım diye korkuyorum." Babamın o sert, acımasız görünümü ardındaki kalbin Karina için bu kadar heyecanlanması yüreğimi ısıttı. "Karina'yı görebileceğim, onu bulup göreceğim. Öldüğünü zaten hissediyordum ama bu bir mucize oldu benim için! Asla aklıma böylesi gelmezdi baba! Tanrı bana onunla vedalaşma fırsatı verdi, kızım beni bekliyor..." kalbimdeki buzların erimesi sonucunda içimde ufak bir deniz oluşmuştu sanki. "... annesini bekliyor, belki de o çiçekli elbiseyi giymeyi bekliyor. Onu... Mark'tan önce bulmalıyım."
Dizlerim üstünden kalkıp babamın düşünceli bakışları sırasında onu yanaklarından öptüm, sonra da arkamı dönüp koşarak odadan ayrıldım. Bir üst kata merdivenle çıktım. Odama girince doğruca ilerleyip aynadan kendime baktım. Kan damlaları boynuma da sıçramıştı. Elim yüzüme gidip gülümsememe dokundu, daha dün bu yansımadaki kadının dudaklarında soğuk bir ölüm vardı, şimdi sıcak bir yaşam oluşmuştu.
Üstümü çıkararak banyoya girdim. Çelik yeleğimi çıkarıp bırakmadan önce dokundum, sıcaklığını okşadım. Deren'indi. Duşkabine girip kandan arınırken saçlarımı, vücudumu defalarca köpükledim. Kendimi temizliyordum, kızımı bulduğumda yanına bir katil olarak gitmek istemiyordum. O an Deren'in neden Nil'i bulduğunu sandığında kendini yıkadığını anladım.
Bornozuma sarılıp çıktım ve giyinme bölümünde kendime güzel bir kıyafet seçtim. Üstümü giyinirken gün epey aydınlanmıştı. Camı ardına kadar açtım ve ılık hava içeri girerken yatağa koyduğum çantamdaki çağrıyı duydum. Deren olmasını ümit ederek koştum ve telefonu çıkarınca kayıtlı olmayan bir numara olduğunu fark ettim. Açıp kulağıma yasladım, karşı tarafa, "Efendim?" dedim İtalyanca.
Hattın diğer ucunda sessizlik oluştuktan sonra, "Karmen," dedi Utku, sert bir sesle.
Kalp atışlarımı âdeta dilimde hissettim, dudaklarımdaki kelimeler titreşmişti. "Utku?" dedim inanamayarak. "Canım... Nasılsın?"
Sanki konuşmakta kararsızmış gibi sessiz kaldıktan sonra, "Abim seninle mi?" diye sordu soğuk bir sesle.
"Benimleydi," dedim bir gülümsemeyle. "Fakat şu an yanımda değil. Sen numaramı nereden buldun?"
"Abim... senin koruman, biliyorum. Kendisine ulaşamadığım bir durum olursa seni aramamızı istemişti." Onun sesini duyduğuna inanamıyordum, Deren'in bana en azından bu kadar güvenmesine de. "Biz biraz önce konuşurken telefon aniden kapandı. Şey... Ben de seni aramak istedim. Senin de yanında değilse madem, kapata..."
"Hayır, bekle!" Sesim kızgınmış gibi yüksek çıksa da bir affedilme arzusuyla titriyordu. "Biraz daha konuşalım. Seni özlemiştim, iyi ki aradın. Nasılsın? Nil... nasıl?"
Silemediğim gülümsememle onun konuşmasını bekledim. "Ben seni özlemedim," dediğindeyse kalbimde küçük bir ateş parladı. "Konuşmasak daha iyi! Mecbur kaldığımdan aradım! Hoşça kal!"
Hattan düşünce telefonu kulağımdan indirip bir süre elimde tuttum, ardından kafamı salladım. Zaman alacaktı, geç olacaktı ama belki bir gün affedecekti. Belli ki ‘belki’ye sığdıracaktım küçük bir umudu.
Telefonu bırakmadan bu kez Deren'i aradım, Utku ulaşamadığını söylemişti ama telefonu çalınca, üstelik Deren açınca biraz şaşırdım. Derinden gelen uykusuz sesiyle, "Nasılsın?" diye sorunca kendimi konuşmamıza hazırlamadığım için bekledim. "Eve vardınız mı? İyi misin?"
"Evdeyim," dedim, oysaki son zamanlarımda ev gibi hissettiren kendisiydi. "Sen neredesin? Neler oldu?"
"Hâlâ takip ediyoruz," dedi ve ardından bastırmaya çalıştığı öksürüğünün sesini duydum. "Şehir değiştirdi ama hâlâ Rusya'da. Sanki ülkenin diğer ucuna gidiyor."
"Arabayı sen mi kullanıyorsun? Sesin yorgun geliyor, Yaman kullansın," dedim konudan bağımsızca.
Beklemediği bir karşılık olduğu için bekleyip öyle cevap verdi. "O kullanıyor. Şoförüm, hatırlatırım."
Güldüm ve bu sesli bir yankı oluşturdu. Yankı Deren'e kadar ulaştı. Sonraki bekleyişi buna mahsus oldu, o gülüşümü dinledikten sonra konuştum. "Bir şey olursa hemen haber ver olur mu? Biz de birkaç iz peşindeyiz, Karina'yı... çok çabuk bulmalıyız, ondan önce ulaşmalıyız yanına."
"Bulacağız," dedi emin şekilde. "Bulacağım."
Odada hızlı, heyecanlı şekilde yürürken, "Utku seni aramış," diye söyledim asıl arama sebebimi. "Ulaşamamış, bu yüzden beni..."
"İyi de ben Utku ile biraz önce konuştum," dedi, araya girerek. "İşim olduğunu, kısa sürede döneceğimi falan söyledim. Biraz huzursuzlanıp aramayı kapatmıştı. Seni neden aramış?"
Utku farklı anlatmıştı, ulaşamadığını söylerken... bir bahaneye mi sığınıyordu? Benimle konuşmak istediği için yapmıştı, gururundan da böyle bir yalan söylemişti. "Neden olacak, benimle konuşmak istediğinden ama kardeşin senin bir kopyan olduğu için... gurur yapmış."
Deren huysuz bir ses çıkarıp kendini savunmadan, "Seni kıracak bir şey söyledi mi?" diye sordu.
"Hayır. Nil beni çok özlemiş, onu söyledi."
"Piçe bak, nasıl söyler bunu..." kendi kendine homurdanınca gerçekten öyle olduğunu, Nil'in böyle söylediğini anladım. Tırtılım benim, belki babası ile amcasının kalbini yumuşatırdı. "Kahretsin, şarjım azalıyor. Karmen, sana ulaşacağım, haber göndereceğim. Bir şey olursa beni Yaman'dan ara."
"Çok dikkatli olun, nereye gittiğinizi, orada sizi nelerin beklediğini bilmiyorsunuz Deren." Endişeli kelimelerimi sıraladım. "Sakın riske atma kendini."
"Karina'yı bulmak için ne gerekirse yapmaya hazırım."
Arama düşünce şarjının bittiğini düşünerek telefonumu indirdim. Yatağın ucuna otururken bu kez başka sebepler yüzünden boğulduğumu hissediyordum. Kızımı görebileceğim gerçeğiyle o kadar ani yüzleşmiştim ki hâlâ bir şeyleri idrak aşamasındaydım. Onu görmek... Bir kez olsun görmek... Bilmiyorum, cennet böyle bir şey herhalde, cehennemse... daha dün, ondan önceki gün, onu kaybettiğim gün...
"Böyle giderse onu görene kadar kalp krizinden öleceğim..." heyecanlı bir çığlıkla yerimde zıpladım. "Acaba nasıldır, aylardır cihaza bağlıysa... üstelik organı alındıysa kötü durumdadır. Yalnızca o fiş Karina'yı hayatta tutuyordur, o çekilirse... Mark onu çekerse son kez de göremem kızımı.”
Mutluluk gözyaşlarımı bir çırpıda silip sesli düşünmeye devam ettim.
"Nasıl görünüyordur acaba? Zayıflamıştır ama aylar içinde yüzündeki morluklar kapanmıştır, acıları geçmiştir... Fişe bağlıyken de bir şey yapmamıştır ona, o kadarını yapmamıştır..." acı ve sevinçle boğazım tıkandı. "Melekler kadar güzel uyuyordur kızım."
Acaba... Bir umut... Yaşama dönmek gibi şansı olabilir miydi kızımın? Ama bana kızımı bir kez olsun görmek dahi yeterdi! Ben o kadar çaresiz ve özlem doluydum ki kokusunu içime çekeceğim için bile çıldırıyordum.
Eğer... Ölecekse de benim kollarımda ölecekti, Mark'ın acımasız ellerinde değil!
Ha, unutmadan... Yatağımın etrafında dolanıp komodini açtım. Yazdığım ölüm listesine bir daha baktım. Bazılarını öldürmüştüm, üzerlerinde çizik vardı. Ve yenisini ekleyecektim. Kalemi alıp nefretle Andrei yazdım, gözlerim kendi ismimin üzerinde dolandıktan sonra da kâğıdı yerine geri koydum. Komodini kapatıp sendeleyerek arkama döndüm.
"Mutluluktan başım dönüyor..." kıkırdayarak yerimde zıplarken kapımın açıldığını görüp baktım. Angel gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu, o an öğrendiğini anladım ve süregelen mutluluğumla gözlerinin içine baktım. Sonra aynı anda sevinçle çığlığı atarak birbirimize koştuk, sıkıca sarılırken beraber zıpladık. "Duyduklarıma inanamıyorum Karmen, bir mucize bu! Güzel Karina'mızı mı göreceğiz?"
"Evet, evet!" Geriye çekilip ayaklarım üstünde zıplamaya devam ettim. "O aptal... Kızımın fişini çekmemiş, güya kendi hayat garantisi yapacakmış. Fakat öyle bir hataya düştü ki, öğrendim Karina'nın hâlâ hayatta olduğunu. Kızımı bulduğumda onunla tanışacaksın Angel, güzelliğine yakından bakacaksın, kirpikleri o kadar uzun ki ben hayran olurdum! Gülerken hâlâ damakları görünür mü acaba... Belki tekrar gülmesi imkânsız ama onu tekrar görmek imkansız değil!"
Sesli şekilde ağlayıp benim gibi hıçkırırken, "Şu mutluluğuna bak," dedi duygulanmış şekilde. "Harika bir annesin sen, kalbin âdeta kızınla atıyor. Onu görmenin düşüncesi bile hayata döndürdü seni."
"Benim kalbim Karina," dedim eğilip onun yanağından öperken. Sonra gözyaşlarını sildim. "İnsan kalbi varsa vardır, yoksa yoktur! Fiziken değil, ruhen!"
Angel da benim mutluluk gözyaşlarımı sildi. O sırada açık kapıdan giren Salvador abimi gördüm, ciddi ve umut dolu gözlerle bana bakıyordu. "Enrica haber getirdi. Andrei İtalya'daymış, fakat helikopter hazırlatıyormuş, Rusya'ya gitmek için yola çıkacakmış."
"Mark... ile buluşacak."
"Görünen o," dedi abim gözlerini kısarak. "Andrei'ye gidelim, hesabını soralım."
Hazır şekilde başımı salladım. "Alacaklarımı alıp geliyorum."
Ben odamda ilerlerken, "Kocam," diyerek abimin arkasından koridora koştu Angel. "Çok yorulmuşsun, senin için hemen bir şeyler hazırlayayım mı? En azından bir kahve?"
"Vaktim yok sevgilim." Asansöre beraber ilerlediler. "Bir şey yiyecek durumda da değilim! Fakat Karmen için hazırlatırsan çok sevinirim. Silahım... Odaya mı çıkardım? Belimde yok."
"Evet Salvador, odada bıraktın. Yoksa sen de mi mutluluktan kendinden geçtin?"
Abimleri fazla bekletmemek adına çabucak giyindim. Üstüme, Karina'yı görmeye gideceğim için çiçekli elbisemi giymiştim. Ceketimle çantamı da yanıma aldım. Silahımı çantanın içinde tutarak odamdan ayrıldım. Aşağı indiğimde malikânenin kapısı açıktı ve pilot tekrar helikopteri hazırlarken korumalar da silahlanıyordu.
"Abine yaptığım atıştırmalıklardan kalmıştı, biraz ye canım."
Yengem koşturarak yanıma gelince başımı kaldırıp tuttuğu tabağa baktım. Şekersiz, doğal tatlandırıcılarla yaptığı kurabiye vardı. Onu kırmamak için bir kurabiye alıp yerken gözlerim yengemin yüzüne çıktı ve beni bir gülme aldı. Dudaklarına sürdüğü ruj o kadar belirgin şekilde dağılmıştı ki, abimin onu uzun bir süre öptüğü aşikârdı.
"Neye gülüyorsun?" dedi kıkırdayarak. "Neye güleceksin, mutluluğuna gülüyorsundur tabii!"
"Hıhı," dedim kurabiyeyi yerken. Bu kez boğazımda kalmamıştı, yarım bırakmamıştım.
Abim takımını değiştirmiş şekilde aşağıya inince Angel gibi onun da hazırlandığını anladım. Ceketini elinde tutuyordu, ütülü bir pantolon ile kar kadar beyaz gömlek giyinmişti. Bize doğru kafasını kaldırınca gözlerime derin derin baktı ve yengeme dönünce benim gördüğümü görüp, "Arkandan o kadar da seslendim, şu haline bak," dedi.
"N'oldu kocam?"
Abim bir şey demeden aramızdan geçip malikânenin kapısından çıktı, korumalara doğru seslenip birkaç şey söyledi. Angel koşarak onun arkasından gitti, kollarını sırtından dolayıp, "Sen de her gördüğünde bana yeniden âşık oluyor musun Salvador?" diye sordu, neşeyle.
"Angel korumaların yanında güldürme beni! Senin yüzünden itibarım sarsılıyor, bana gülüyorlar!"
"Gıdıklayayım mı seni?"
Abim kızmak için yengeme dönerken ben de dışarıya çıktım. Gitmek için sabırsızlanıyordum, Andrei'yi kaçıramazdık. Salvador'un yengeme kızgınlıkla döndüğünü ama suratını görüp dudaklarına bakınca gülmeye başladığını fark ettim. Yengemi gıdıklamaya başlayarak güldürürken Karina'nın onları da mutlu ettiğini anladım.
Kızım hepimizin hayatına dokunuyordu.
Bir kelebek gibi.
Mutlulukla ellerimi çenemin altında birleştirirken abilerimin dışarı çıktığını gördüm. Noah üstünü bir deri ceket, pantolon kombiniyle değiştirmişti. Dante ise koyu gri bir takım giyinmişti. Yanıma gelip hemen hemen hazırlığı bitmiş helikopterlere bakıp bana döndüler. "Bu kez yolculuğumuz çok farklı. Karina'yı almaya gidiyoruz."
Panikle Noah'a baktım. "Mark'tan önce bulacağız değil mi?"
"O Andrei piçini de öldüreceğiz. Keşke abim babasını öldürdüğü gün onu da öldürseymiş, yaşamasaydı bunlar olmayacaktı."
Keşke... Çünkü o bir an her şeyi değiştirebilirdi. Andrei hayatta olmasaydı Mark'a hiçbir şey söyleyemezdi ve bunlar da yaşanmazdı.
Enrica yaklaşıp Salvador abime doğru bakınca biz de onlara döndük. Abim hâlâ yengemi gıdıklıyor, gülüşüyordu. Dante ile Noah, Salvador'un bu haline sırıtırken, Enrica da genzini temizleyerek dikkat çekmeye çalıştı. Bunun üstüne en büyük abim bize döndü. Yüzündeki gülümsemeyi silip, "Hazır mı Enrica?" diye sordu.
"Efendim, evet." Enrica korkuyla yüzündeki gülümsemeyi sildi.
"Enrica, bir daha karımla beni gözetleyip gülme."
"Ta... Tabii efendim."
Enrica yok olunca çok mutlu olduğum için buna da güldüm. Noah bana dönüp yanağımı sıktı ve elimden tutup uçağa ilerledi. Abilerim arkamdan gelirken heyecanla merdiveni çıkıp içeriye girdik. Koltuğuma oturup kemerimi bağlarken telefonumu çıkarıp Yaman'ı aradım. Fakat arama sonuç bulmadı, ne yazık ki bu da bir şeylerin yolunda gitmediği düşüncesini aklıma sokup beni huzursuzlandırdı.
Andrei'nin İtalya'daki evine gitmemiz çok kısa sürdü, çünkü bizim gibi Sicilya'daydı ve helikopter en hızlı ulaşım aracımızdı. Andrei'nin evini görünce abilerim silahlarını bellerinden çıkardılar, hazır şekilde birbirlerine baktılar. Helikopter Andrei'nin havuzlu villasının arkasına alçalırken, onun yola çıkmak için hazır olduğunu gördüm. Korumaları ve kendisi, alçalan helikopterimize doğru bakarken pilotumuz helikopteri tamamen yere indirdi.
Andrei'nin korkarak attığı adımı camdan bakarken gördüm.
Demek o yapmıştı, kızımın katillerinden birisiydi.
Kalktığım gibi merdivenlerden indim. Abilerim arkamdan gelirken gözlerim elinde telefonuyla kalmış olan Andrei'yi izliyordu. Ayakkabılarımı yere sertçe bastırarak ona ilerlerken, silahımı arkamdan çıkardım ve nişan aldım, sağ elini vurdum. Bir çığlıkla geriye sendelerken elindeki telefon düştü.
"Merhaba orospu çocuğu," diyerek selamladım.
Korumaları derhal önüne geçerken, Andrei şokla geriye sersemledi. "Russolar... Burada ne işiniz var?" Omzumun üstünden abilerime, sonra dönüp bana baktı. "Sen... Sen ölmüştün! Ah, elim!"
"Demek diğer orospu çocuğu sana öldüğüm haberini iletmiş," dedim ona doğru yaklaşırken. Korumaları ileriye çıkınca abilerim aynı anda kurşun sıktı ve üç koruma da daha silahlarını kaldıramadan yaralanıp önüme düştü. Onlara dudak bükerek gerileyen, eline bakan Andrei'ye yaklaştım. "Abim babanı öldürdüğünde seni de öldürmeliydi şerefsiz."
Diğer korumaları arka bahçeden geldiğinde, bizim etrafı saran korumalarımız direkt müdahale etti. Sicilya'nın en iyisi olmak zaman almıştı, korumalarımız da en iyileriydi, nadiren yaralanır ve ölürlerdi. Andrei öldürülen korumalarına, sonra da üzerine yürüyen bana bakarak dişlerini sıktı. "Seni sürtük, babamın adını ağzınıza alma!"
"Kardeşime hakaret etme!"
Noah'ın bağırdığını duydum ve hiç korkmadan koşmaya başladım, yaraladığım Andrei'ye doğru hızla ilerledim. O etrafına bakıp korumalarından medet umarken, ben villasının basamaklarını çıkıp arkasını dönmek üzereyken ona yaklaştım. Üzerindeki kravattan tutarak kendime çektim ve silahı çenesinin altına yaslayarak, "Sen söyledin," dedim. "Mark'a bir çocuğum olduğunu sen söyledin! Mark kızıma bu kadar acımasızlığı... senin yüzünden yaptı! Yoksa ruhu duymayacaktı!"
"Ben... Ben bir şey söylemedim! Neyden bahsediyorsun?"
"Daha birkaç saat önce öldüm, bunu hemen öğrenmişsin," dedim, onu geriye itip evinin kapısına yaslarken. Bir korumasının yaklaştığını ve bana dokunamadan abim tarafından öldürüldüğünü gördüm. Andrei şansları tükeniyormuş gibi korkuyla gözlerini açarken, yüzüne doğru haykırdım. "Hamile olduğumu öğrenip Mark'a yetiştirdin, belki de beraber yaptınız! Kızımı öldürmeye çalıştınız, boğdunuz, organlarını aldınız!"
"Ben... Seni Türkiye'de gördüm, sonra laf arasında Mark'a demiş bulundum!" Elinin acısıyla kızarmaya başlayıp tekrardan abilerime, korumalarına baktı. Yaklaşan yaralanıyor veya ölüyordu. "Başka hiçbir şey bilmiyorum, kızının öldüğünü bile yeni öğrendim!"
"Yalan söylüyorsun," dedi Dante.
"Ama yapamadınız, kızım hâlâ hayatta," dedim ve gözbebeklerinin şokla sarsılmasından bildiğini anladım. "Nerede? Karina'ya n'aptınız? Neden makinelere bağlı?"
"Öyle miymiş?" dedi sahte hayretle.
Silahın namlusunu âdemelmasına bastırarak ağzına yaklaştım. "Seni de fişe bağlayayım mı Andrei? Ölene kadar elektrik şoku yemek ister misin? Gözlerin yerinden çıkar, organların ateş gibi yanar."
Beklemeden dökülmeye başladı. "Hayatta kaldığını biliyorum ama nerede tuttuğunu bilmiyorum!"
"Bana doğruyu söyle!"
"Tanrı şahit ki bilmiyorum! O kadarını söylemedi!"
"Bu kadar yakınsanız, öldüğüm haberini birkaç saat sonra sana veriyorsa bazı şeyleri biliyorsundur," diye bağırarak yaklaştı Salvador abim. Andrei'ye arkamdan bakıyordu. "Bir adres, sık sık gittiği bir yer var mı?"
Derhal ağzını açtı ve beni reddetmek üzere olduğunu anladım. Fakat silahı bastırınca, "Bir yer var," diye doğruladı. "Pechora'da bir yer. Zaman zaman... Telefonda konuştuğumuzda orada olduğunu söylerdi."
Pechora... Rusya'nın başka bir şehriydi. Mark, Samara'da yaşıyordu ve Deren yola çıkmasına rağmen henüz varmadığını söylemişti. Oraya gidiyor olabilir miydi? Onu sarsarak bıraktım ve Salvador abim sürüklemeye başladığında telefonumu çantamdan çıkardım. Titreyen parmaklarımla ekrana dokunup Yaman'ı aradım. Biraz sonra telefonu açıldı ve ben hızlı soluğundan kim olduğunu anlayıp, "Deren," diye fısıldadım.
"Bebeğim," dedi. "Bir şey mi oldu?"
Bana uzun zamandır böyle seslenmiyordu, şimdi de ağzından kaçırdığına emindim. Fakat bilhassa demiş kadar dokundu kalbime. "Bir konum var, Mark oraya gidiyor olabilir."
"Neresi?" diye sordu heyecanla. Heyecanlı... Karina'yı bulmak için benim kadar heyecanlı...
"Pechora. Siz de... O tarafa mı gidiyorsunuz acaba?"
"Az önce yanından geçtiğimiz tabelada Kotlas yazıyordu, o tarafa mı gidiyoruz bilmiyorum," dedi ve arkadan Yaman'a bir şey sorduğunu duydum.
Bayılacakmış gibi titrerken, "Kotlas, Pechora'ya giden yolda," dedim. "Sanırım... Sanırım oraya gidiyorsunuz."
"Karina... Orada olabilir miymiş?"
"Evet. Bir saniye." Telefonu indirip göğsüme yaslarken Salvador'un tuttuğu adama baktım. "Ev Pechora'da nerede?"
"Bilmiyorum!" dedi telaşla.
Abim öfkeli bir nefes alıp onu yere bıraktı ve o sırtüstü yere düşünce ayağını yaralı eline bastırarak onu bağırttı. "Kardeşim bir soru sordu. Pechora'da nerede?"
Dudaklarını sıkıp kafasını iki yana salladı fakat abim eline tekme attığında haykırarak küfretti. "Pechora radar istasyonunun orada! Numara 32!"
Telefonu tekrar kulağıma götürdüm. "Duydun mu Deren?"
"Kalbinin sesini duydum sadece," dedi.
"O değil," dedim gülerek ve az önce telefonu koyduğum kalbime baktım. Kalp değil şimdi, sanki bir şarkının ritmi... "Pechora radar istasyonunun orada, 32 numarada! Navigasyonu kullanın, Mark'tan önce varın n'olur!"
"Yapacağım," dedi hızlı bir solukla. "Oraya Mark'tan önce gideceğim. Söz."
Tam bir şey diyecektim ki öksürüğe kapıldığını duydum. Hemşirelik bilgilerim o öksürüğüm ta ciğerlerinden geldiğini anlamıştı. "Biz de şimdi uçağa bineceğiz, kısa sürede orada oluruz. Araçla gidiyorsunuz, muhtemelen üç saatlik yolunuz falan var. Biz de aşağı yukarı o sürede orada oluruz."
Öksürüğünün üstüne genzini temizleyip, "Sakın bir yerde heyecandan falan bayılayım deme," dedi bana. "Sesin bir tuhaf çıkıyor bak, iyi misin?"
"Sevinçten öleceğim," dedim yerimde zıplayarak. Kızımı görmek... Dünyanın en güzel cümlesi gibi geliyordu bana.
"Daha gece yarısı... mutsuzluktan ölüyordun," diye fısıldadı, şimdi böyle olmama inanamıyormuş gibi.
"Değil mi? Ben de inanamıyorum bu olanlara."
Sanki bu söylediklerim bir düşüncesini kesinleştirmiş gibi net bir sesle, "Bulacağız," dedi. "Ne durumda olursa olsun kızını bulacağım."
Ona yaptıklarım karşısında aldığım bu karşılıktan utanıp mutlu olarak, "Teşekkür ederim, seni seviyorum," dedim. "Hoşça kal, abilerimin yanına dönüyorum."
Aramayı kapattım ve korumalar, şimdilik işimizin bittiği Andrei'yi alırken, ben de abilerimin yanına döndüm. Salvador uçağın merdivenini çıkmama yardımcı oldu ve helikoptere adresi, gideceğimiz konumu belirtti. Tekrar, yirmi dört saat içindeki dördüncü uçuşumuz başlarken hepsinden daha heyecanlı ve beklenti doluydum.
Kızım oradaysa Rusya'nın o soğuk cehennemi sıcacık bir cennete dönüşürdü benim için.
Küçüğüm için... Kızım için, Kalbim Karina'm için kar tanelerinin her birisini eritirdim.
"Neden böyle bir elbise giydin?" diyen Dante'yi duyunca dönüp baktım. Yanında oturuyormuşum meğer, farkında bile değildim. Yarısı çıplak bacaklarıma, göğsüme kızgınlıkla bakıyordu. "Rusya çok soğuk, üşüyeceksin."
Alakasız olsa da ben buna da gülüp, "Ceketim var," dedim.
"Ceket seni ısıtmaz," dedi Salvador abim ve o sırada yaklaşan hostesi gördüm. Eğilip tepsiyi bana uzattığında şaşkınca baktım. Abim bir budala gibi davrandığımı fark edip hostesten tepsiyi aldı, kendi dizine bırakıp, "Teşekkürler," dedi kadına.
Hostes uzaklaştığında Dante tepsideki sandviçi, sardığı peçeteyle bana uzattı. Bu kez heyecandan yiyemeyecek gibiydim fakat abimi geri çevirmedim. Küçük ısırıklar aldım, hindi füme ve peynirli sandviçi yiyip kapuçinomu içtim.
Karina'yı göreceğim.
Yüzüne, bedenine, kalbine dokunacağım.
Gözlerinden öpeceğim... ayrılık... zaten geldi, bu yüzden öpebilirim gözlerinden.
Abilerim de bir şeyler yiyip içerken benimle irtibatta kaldı, sürekli yüzümü incelediler, sanki onlardan kopmamam için yapıyorlardı. Dakikalar saatler olurken Deren'i arayıp haber alamamak kaygı duymama neden oldu. Ayağa kalkıp dolaştım, avuçlarımı kaşıdım, kalbimi tuttum. Cehennemim dünümse cennetim bugünümdü. İnsan bu kadar günahıyla gider mi o cennete bilmiyorum, keşke bir çiçek alsaydım yanıma...
O çiçekler gibi, ihtiyacı yok.
Uçak nihayet inişe geçince telefonumu açtım. Abilerim her ihtimale karşı silahlanıp doğrulurlarken ben de son arananlara girdim. Yaman'ı ararken de aniden Salvador'un, "N'oluyor?" dediğini duydum. Uçak yere değmişti. "Pilot, doğru yere mi geldik?"
Hostes seslendi. "Evet, ilerideki..."
Gözlerimi çevirip Salvador'un kilitlendiği yere baktım.
İlerideki evde... Parıltılar vardı; yangın vardı.
Mark mı yapmıştı? Evi yakmış mıydı? Kızım orada mıydı?
"Hayır, kızım orada," diye haykırarak uçağın kapısına doğru koştum, o sırada kapıları açmak üzere olan hostes dikkat etmemi söylese de umursamadım. Salvador abim beni tutsa da fayda etmedi, açılan kapıdan fırladığım an ileriye koştum.
"Karmen! Karmen, dur! İtfaiye var, yangını söndürüyorlar!"
İtfaiye ve yangın... İkisi de o eve girmeme engel olamazdı. Var gücümle o parıltıya doğru koşarken rüzgârın suratıma doğru hücum ettiğini hissediyordum. Ciğerime çektiğim her solukta yangının kokusunu aldım ve korkuyla çığlık atarak daha da hızlanıyordum ki önümde bir gölge hissettim. Çok hızlı şekilde önüme çıkan gölge beni belimden tutup ayaklarımı yerden kesti. Gözlerim kocaman olmuş şekilde o ateşlere bakarken, beni tutup kendisine doğru çekenin abilerimden birisi olduğunu sandım ama ellerin vücudumu kavrayış şekli rüyalarıma aitti.
"Sakın," dedi Deren, beni sıkıca kendine yaslayarak. "Sakın gireyim deme!"
Nereden çıkıp burada belirmişti bilmiyordum ama o yangını görüyordu, ihtimali biliyordu. Bir çığlık atarak belime sarılan kollarından çıkmaya çalışırken, "Bırak!" diye haykırdım. "Seni öldürürüm, beni bırak!"
Canını yakarım, beni bırak!
"Bırakamam, giremezsin oraya," diyerek beni göğsüne daha kuvvetle çekti.
"Gireceğim, Karina orada olabilir!" Avazım çıkana dek bağırıp zıpladım, perişanca kendimi ileriye sürüklemeye çalıştım.
"Yok!" dedi Deren dizlerim, onun bedeniyle kavga ettiğim için yere sürtünürken. "İçeriye girip baktım, yok!"
Acıdan boğazım düğümlenirken, "Yalan söylüyorsun," diye çığlık attım. Ellerimi çaresizce ileriye uzattım. "Kızım orada! Andrei dedi, orada dedi... Yanıyor, alevlere bak! Kızım yanmasın n'olursun! Bırak beni! Bırak! Öldürürüm seni, beni bırak!"
Kendimi ileriye itip tüm gücümle onun kollarını zorlarken, Deren de bir o kadar gücümle baş etmeye çalışıp ellerimi tutup indirdi. "Duymuyorsun, anlamıyorsun!" diye bağırdı kulağıma. "Yok diyorum yok! Var olsa burada olur muyum? Alıp çıkardım! Girdim, baktım, yok!"
Yangının alevleri gözbebeklerime dökülürken, "Karina," diyerek hıçkırdım. "Karina'm! Oradaydı, öyle söyledi..."
Etrafımdaki birkaç gölgeyi, konuşmayı duydum ama algılayamadım. "Yemin ediyorum ki orada değil," dedi. "Geldiğimde başlamıştı yangın, girip baktım! Hiç kimse yok Karmen!"
Yangına düşen su damlaları etrafa, üzerimize sıçrarken hıçkırıklarla sarsılıp ellerimdeki ellerini ittim. "Karina'm... Ya bir şey oldu da göremediysen, ya..."
"Yok," dedi Deren, kafamı çekip göğsüne koyarken. "Aşkım, yemin ederim ki yok!"
Ama burası dedi, var dedi, otuz iki numara dedi. Deren de geldiyse, biz doğru yerdeysek, ev yanıyorsa ama Karina'm yoksa... neredeydi? Deren ne demişti? Girdim, baktım demişti. Tekrar mı yangına girmişti? Kızım için mi yapmıştı? Yanılıyor olamaz mıydı? Girip bakmam, emin olmam lazımdı!
Dumanlar gözlerimi sızlatıp görüşümü kapatırken bir daha yerden kalkmaya çalışıp, "Ben de bakayım," dedim mahvolmuş şekilde. "Bırak da bakayım, n'olur, n'olur!"
"Bırakmam!" diyerek kollarını etrafıma daha sıkı sardı. Sanki iki taneden fazla kolu vardı, o kadar sıkı doluyordu ki kafeste gibi hissettiriyordu. "Sen beni bırakmamıştın, ben de seni bırakmam!"
"Kızım," dedim dudaklarımda gözyaşımın tadını alırken. "Emin olamam, rahat edemem! Baksana, nasıl yanıyor! Oradaysa, bir şey yapamıyorsam nasıl vereceksin bunun hesabını!"
"Sakinleş," dedi saçımı çekip kulağıma fısıldayarak. "Sakinleş, yoksa bana yaptığın gibi seni öpmek zorunda kalırım."
Ellerimi sinirle dizlerime vurup küçük bir çığlık daha attım ve panikle omzumun üstünden ona döndüm. Onu itip tüm bedenimle koşacaktım ama yüzünü, kararmış gözlerini, is düşmüş yanaklarını görünce nefesim titredi. Kesik kesik hıçkırıp elimi titreyen dudaklarıma götürdüm ve onun gerçekten yangına girip kızıma baktığını anlayınca, "Ben de bakayım," dedim. "Belki görememişsin, oradadır, bana ihtiyacı vardır!"
"Gözlerime bak, gözlerimin içine," dedi titreyen, panikle savuşturduğum ellerimi tutarak. "İçeriye girdim, baktım, Karina'yı aradım, onu ve kimseyi görmedim. İçeride canlı kimse yok, emin olmadan oradan çıkar mıydım sence?" Öksürerek dumandan sulanmış gözlerini kapatıp açtı. "Çıkar mıyım ben? Kızımı almadan çıkar mıyım?"
Sol gözümden bir damla daha kaydı. "Kızım, dedin."
Gözlerini kapattı. "Kızını... kızını almadan çıkar mıyım?"
"Çıkmazsın."
Ateşte ısınan rüzgâr tenlerimize değerken, yangından kopan her şey uçuşuyordu. "Doğru, çıkmam. Nasıl da tanıyorsun beni. Sen de, ben de Nil'i ve Karina'yı böyle bir yangından almadan çıkmayız. Yok ki çıktım, yok ki buradayım, yok ki sen eve girme diye kemiklerini bile eziyorum neredeyse!"
Duyduklarımı anladım, inandım, kavradım fakat... hâlâ korkup kafamı çaresizce iki yana salladım ve dönüp bir daha eve doğru baktım. Abilerimin de bir itfaiye eriyle konuşarak yanıma yürüdüğünü görünce elbisemin üstüne basarak doğrulmaya çalıştım, Deren dirseklerimden tutup kalkmama yardım ederken, "Abi?" diye fısıldadım korkuyla.
Abilerim ve itfaiye eri bu tarafa döndüler. Adamın başında kaskı vardı, üstüne yangının izleri sinmişti. Salvador yaklaşıp yüzümü kavrarken, "Korkma bebeğim," dedi. "Kimse yokmuş, korkma!"
"Yalan mı söylüyorsunuz! Gerçekten mi abi?" diye hızlı hızlı sıraladım.
İtfaiye eri bir adım öne çıkıp ağladığımı gördüğünden olsa gerek konuşmaya başladı. Rusça konuşuyordu. "İçeride kimsenin varlığı tespit edilemedi. Bir yakınınız burada mı yaşıyordu?"
"Kızım," dedim Deren arkamdan çıkıp yanıma gelirken. "Burada... olabilirmiş. Eminsiniz öyle mi?"
"Arkadaşlarım ve biz içeriye girip baktık, kimse yok."
Yok... Kimse yoktu. Kızımı bulma umuduyla geldiğim bu yerde şimdi o burada olmadığı için seviniyordum.
Kaderimin seyri değişiyor fakat kalbim hâlâ aynı isimle çarpıyordu.
Karina.
"Yine de bir baksam," dedim.
"Eve girmenize izin veremeyiz, zaten beyefendi bize yeterince zorluk çıkardı," dedi adam, yanımdaki Deren'e bakarak. "Ancak yangın tamamen söndükten sonra bakarsınız."
Deren girmişti, bakmıştı, dediği de doğruydu. Bir iz dahi bulmuş olsa Karina'yı oradan almadan çıkmazdı. Onunki böyle bir yürekti.
Adama bir sorum daha olacaktı ki, karşımda duran abilerimin omzumun üzerinden arkaya tırmanan bakışlarına şahit oldum. Bunun üzerine Deren’le aynı anda başlarımızı çevirip arkaya baktığımızda ilerideki arabayı gördük. Bu Mark'ın arabası olmalıydı, plakası Sicilya'ya aitti ve buraya gelmesi gereken bir diğer kişi de oydu.
Beni gördü mü bilmiyordum ama abilerimi gördüğü kesindi.
Mark henüz yeni gelmişse yangını o çıkarmamıştı.
Mark ve arkasındaki araçlar, abilerimi gördüğü için aynı hızla arabaları çalıştırdılar. Bununla beraber gözlerim kocaman açıldı ve Deren atağa geçip koşmaya başladığında ben de onunla hareket ettim. Salvador abim arkamdan, "Dikkat edin," diye bağırırken Deren’le beraber ilerideki araca doğru koştuk.
Önünde Yaman'ı bulduğum aracın arka yan koltuğunu açtım ve Deren şoför koltuğuna geçerken, Yaman da arkamıza oturdu. Deren aracı çalıştırıp sertçe kaldırdı ve Mark’la korumalarının olduğu aracı takibe başladı. Islanmış, kirlenmiş kıyafetlerim içinde duygularımın yoğunluğuyla titrerken Yaman'ın gözlerini üzerimde hissedip ona baktım. Endişeli bakışları fark edebildiğim tek şey oldu. "İyi misin?"
"Karina içeride sandım, çok korktum," diye kekeledim.
"Değil," dedi Deren, bir daha. Gaza yüklendi ve araç Mark'ın korumasının aracını geçti. "Baktım diyorum, anla artık, korkma. Karina orada yok."
"O zaman... Mark neden buraya geldi? Karina'nın fişini çekeceğini söyleyerek evden ayrılmıştı."
"Belki öncesinde buraya gelmesi gerekti," dedi Deren, bir daha sertçe öksürerek. Yüzü, gözleri kadar kararmıştı. "Yaman, Allah aşkına sen de bir şey söyle şu kadına. Girip bakmadım mı? Yoktu ki çıktım değil mi?"
Yaman, "Evet," dedi hemen. "Biz de geldiğimizde öyle sandık, Karina içeride diye düşündük. O yüzden Deren hemen girdi zaten, ancak evi aradıktan sonra çıktı! Yangın bu kadar büyük değildi de bir şey olmadı Allah'tan..." duraksayıp ciddiyetine büründü. "Yani bir şey olsa umursayacağımdan değil..."
"Son cümleyi eklememiş olsaydın düşmanlığımızdan şüphe duyacaktım," dedi Deren, ürpererek.
Yaman da irkilerek kendine geldi. "Evet, cümlelerimin gidişatına ben de şaşırdım."
"Kesin," diyerek önüme döndüm ve gözlerimle Mark'ın arabasını takip ettim. Şoförü ölümüne kullanıyordu, Deren de gaza sürekli yükleniyordu.
"Kemerini tak," diyerek gaza son defa daha yüklenince onunla tartışmak istemediğim için derhal kemeri taktım. Saçlarım yüzümü kapatıyordu, onları çekip karanlıktaki arabayı kaçırmamak için gözlerimi kıstım.
O sırada, "Bu elbiseyi saklıyor muydun?" diyen Deren'i duyunca ıslak kirpiklerimin altından ona baktım.
Gözleri yoldayken yalnızca bir an çevirip bana, üzerimdeki çiçekli elbiseye baktı. Ve ben böyle anladım ne durumda ne zorlukta olursak olalım onun benimle ilgili küçücük detayları bile fark edip zihnine attığını. "Evet," dedim. "Ne düşünmüştün? Attığımı mı?"
"Attığını düşünmemiştim ama..." gözlerini ıslanan, kirlenen, kendinin aldığı elbisede gezdirdi. "Bir daha giymek de istemezsin sandım."
"Neden? O gece çok kirlettik diye mi?"
Bu söylediğimin o an üçüncü bir kişi tarafından duyulduğunu unutmuştum. Sanırım Deren'in gözlerinin büyümesi bu yüzdendi. Ve ardından arka koltuktan gürültülü öksürük sesi duyup başımı yavaşça arkama çevirdim. Yaman'ın ciddi anlamda öksürük krizine girdiğini görerek alt dudağımı ısırırken, "Senin yüzünden," diye suçladım Deren'i.
"Öksürüp durma, rahatsız edici oluyorsun," dedi Deren, yüz buruşturup.
Yaman büyükçe açtığı gözlerini ikimiz arasında dolaştırıp gerçekten öksürüğünü bitirmeye çalıştı fakat bir kez başlamıştı. Yola göz atıp torpidoya bakındım. "Su falan var mı?"
"Bırak, boğulsun."
Yaman koltuğuna geri yaslanıp hava almak için camı açtı, bir süre daha öksürüp ardından duyduklarını unutmak istiyormuş gibi yüz buruşturup gözlerini kapattı. Önüme baktım ve son hızla giden arabanın içinde sarsılırken Mark'ın aracına epey yaklaştığımızı gördüm. Deren belinden silahını çıkarıp bana göz attı ve alnında boncuk boncuk ter birikirken, "Silahın yok," dedi. "Araçta kal, ben Mark'ı etkisiz hale getireceğim."
Araba, Mark'ın aracını kıstırmak için geniş bir viraj alırken arkama dönüp benden gözlerini kaçıran Yaman'a baktım. "Silahını bana ver, arabada kal."
Yaman bu tekliften rahatsız olup, "Sen iyi değilsin, biz hallederiz," dedi.
"Yaman, silahı ver!"
İç çekip silahını çıkarıp bana uzattığın Deren dişlerini sıkarak aramızdaki silaha kaş çattı. "Arabada kal demiştim. Bir şeyi dinlemen için kaç kez söylemem gerekiyor? Ya vallahi öyle yapacağım, otuz kez tekrarlasam dinler misin mesela?"
"Hayır."
"Kırk kez?"
"Patron benim," diye hatırlatarak tek kaşımı kaldırdım. "Sen ise korumasın, unutma. Emirleri ben veririm, sen itaat edersin."
"Kahretsin," dedi o sırada Yaman, gözlerini ikimiz arasında dolaştırıp şakağını kaşıyarak. "Son duyduklarımdan sonra ikinize aynı gözle bakamıyorum."
"Karmen'i olur olmadık şekilde düşünme.”
"Ben seni düşünüyordum," diyerek homurdandı Yaman.
Deren, Mark'ın arabasına yalnız bir metre kaldığı için tüm dikkatini ileriye verdi. Ben de gözlerimi kırpmadan önümdeki araca kitlendim, kızıma ulaşıyormuş gibi kalbim hızlanırken silahımı sıkıca tuttum. Deren son süratle Mark'ın aracının kaputuna vurdu ve araç sarsılırken, Deren yanından geçip bir manevra yaptı. Direksiyonu sağa doğru kırarken ileriye zıplamamam için kolumdan tutup sertçe arabayı çevirdi ve tekerlerden feryat sesi çıkarken Mark'ın arabasının önünü kapattı.
Birbirimize dönüp baktık, başımızı salladık ve aynı anda araçtan dışarıya çıktık.
Deren sağ taraftan inerken ben de sol taraftan indim ve Mark'ın şoförü, aracı geriye doğru sürmeye başladığında Deren silahı kaldırıp tekerlere sıktı. Patlayan tekerler sonucunda araç istop etti ve Deren aracın sol tarafından giderken, ben de sağ tarafından gittim. Öfkeli nefesler alarak aracın sol ve sağ kapılarını Deren’le aynı anda açtık. Koltuğa yapışmış olan Mark önce Deren'e, sonra da bana dönerek bir hayalet görmüş gibi beyazladı. Dişleri arasından nefes alıp vererek, "Karmen," diye hırladı. "Ölmüştün orospu."
Deren'in içeriye uzandığını görürken, "Acaba ölen... şu yerime geçirdiğin orospu olabilir mi?" dedim.
Buna önceden aydınlanmış olsa da dudaklarımdan duymanın etkisiyle gözlerini bir siyahlık kapladı. İçeriye uzanan Deren onu dışarıya çıkartırken, ben de inmeye yeltenen şoförünü görüp silahımı kaldırdım. Alnından vurup tek bir kurşunla işini bitirdim.
"Benim korumalarım," diye bağırdı Mark. "Bana ihanet etti!"
"Zekisin ha," diyerek onu arabasının ön tarafına fırlattı Deren ve üstüne abanarak silahı yüzünün önünde tuttu. "Seninle uzun uzun vakit geçireceğim Mark ama önce senden almamız gereken bir şey var."
Arabanın içine doğru düşen cesete bakıp onlara yaklaştım ve Deren gibi Mark'ın üzerine eğildim. Gözlerinde başka bir duygu vardı, sanki açığa çıkmasından korktuğu o şeyi öğrendiğimi anlamıştı. Sarı saçları rüzgârda uçuşurken ne soracağımı biliyormuş gibi kafasını iki yana salladı. "Hayır!"
"Evet!" diye bağırıp boğazına çöktüm. "Kızım nerede?"
Mark, hayatının garantisi ellerinden kayıp gittiği için ilk kez tam bir korkuyla gözlerime bakakaldı. En başından beri ölmemek için yalvarmama, karşılık verme sebebi buydu; Karina'nın hayatta olduğu gerçeğinden güç alıyordu. Fakat hatası yüzünden o güç artık benim ellerime geçmişti, benim gücüm olmuştu, kızımı bulmak için her şeye meydan okuyacağımı biliyordu.
"Kızın," dedi, boğazını sıktığım için zorlukla konuşarak. "Muhtemelen öldükten sonra gittiği yerde. Bence cehennem, sence?"
Onu tutan ellerim bu kez sıkmaya başladı ve Deren silahı alnına koyarken ben de yüzüne doğru eğilerek gözlerine çok yakından baktım. Bu kez gördüğü şey bir annenin öfkesi olduğu için korku sızdı bakışlarına. "Kızım bu dünyada, artık beni kandıramazsın."
Vücudu, ikimizin ağırlığı ve müdahalesi altında zorlanıp kurtulmaya çalışırken, "Öyleyse bul," dedi. "Madem öyle, kızını bul."
Tırnaklarım boğazına şiddetle battı ve kan parmaklarıma süzülürken, "Sen söyleyeceksin," dedim. "Kızımın yerini söyleyeceksin! Nerede tutuyorsun, ona n'apıyorsun?"
O esnada bize doğru yaklaşan arabayı görünce sinirli gözlerle baktım. Mark'ın korumalarının olduğu araç buraya yaklaştı ve kapılar açılmıştı ki başımızın üzerindeki uçağın sesini duydum. Uçak alçalırken herkes yukarıya baktı ve açılan kapıda görünen Dante, araçtaki korumaları vurmaya başladı. Mark'ın korumaları yukarıdan açılan ateşe karşılık veremeden yaralanıp yere düşünce, "Russolar," dedi Mark, nefretle. "Seninle evlenip tüm İtalya'yı ve Rusya'yı beraber yönetebilirdik aptal! Sen o korkak yüzünden ikimizin de hayatlarını kararttın!"
"Ne evliliği orospu çocuğu!" Deren silahının tersiyle onun şakağına vurdu.
Mark gözlerini ona doğru kaydırarak, "Niye, sen mi evleneceksin?" dedi tükürür gibi.
Son nefesimmiş gibi haykırarak, "Mark," dedim ve beni, kızımı boğduğu gibi boğarak haykırdım. "Sonuna geldin, sana kimse yardım edemez artık. Biraz merhamet istiyorsan kızımın yerini söyle!"
Dudakları bir gülüşle çaprazlandı. "Belki o fişi çoktan çektim Karmen."
Bunu gerçekten saniyenin onda biri gibi bir sürede düşündüm ama az önceki korkusunu, paniğini hatırlayarak, "Çekmedin," dedim. "Yetiştim. Kızımı kurtarmaya, almaya geldim."
Karina'm, çok az kaldı.
Kaldı, değil mi?
Oyuna gelmediğim için küfretti, hayatı ellerimin arasındaydı ve daha dün kaybedecek hiçbir şeyim yokken bugün dünyam vardı. Deren parmağını silahın tetiğine koyarken, ben de tırnaklarımı Mark'ın boğazına daha katı bastırdım. Daha dün cehennemdeyken, şimdi cennetle aramdaki bu adam, "O zaman bul," dedi, gözlerini yumarak. "Her türlü öleceğim, bu yüzden söylemeyeceğim. Karina'yı bul Karmen. Fakat unutma, fişi her an çekilebilir."
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...